23 Mart 2015 Pazartesi

Hiç Beklenmedik -2-

Kahvaltıyı hazırlamaya başlamalı,birazdan dedem başlanır söylenmeye ‘Daha hazır değil mi?’ diye. ‘Rasim,kümesten 4 yumurta kap gel de sana çılbır yapayım, ne dersin.’ Rasim’in en sevdiği yemektir çılbır,sarımsağını da bol koyduk mu,mis gibi olur. ‘Tabi beni göndermek için çılbır yapayım diyosun de mi?’, ‘Ne cin çocuksun be Rasim,hadi hadi söylenmede yumurtaları al da gel!’ . Demiştim size cin gibidir bizim Rasim,ama ablasını üzmez,o da bilir bu dünya da birbirimizden başka kimsemiz olmadığını. Aman bazlamalari unutmayalim sobada,sonra da  kızım sen aşık mısın,aklın nerde senin naralarını duymayalım sabah sabah. Ninemde girdi kapıdan,elinde bir kap süt.
-Kızım hele al şunu da ocağa koy,öğle vakti içersiniz.
-Tamam nene.Sofrayı kurucam birazdan üstünü başını değiştir de gel soğumasın bazlamalar.
Dedem çoktan yerini almış odada,kanepenin sağ köşesi televizyonun tam karşısı,sabah haberlerini izliyor.
-Hayırlı sabahlar dede,nasılsın bu sabah ?
-iyiyim be kızım,gece uyutmadı yine bacaklarımın ağrısı dön Allah dön,bir o yana bir bu yana.
-Kahvaltıyı yapalım da ben biraz merhemle ovayım bacaklarını iyi gelir.
Dudağının kenarında küçük bir gülümsemeyle ve ihtiyar ses tonuyla ‘Zahmet olmasın kızım’ dedi. Bilmem mi ben dedemi,hoşuna gitti gitmesine de serde erkeklik var, birazcıkta nazlanmayı sever.
-Olur mu öyle şey dede,yapıveririm ben hele kurayım de şu sofrayı.  Birden kapıdan gelen gümbürtüyle irkildim,sanki alacaklı çalıyor kapıyı.Kim olacak tabi ki Rasim gelmiştir. ‘Geldim geldim.’ Kapıyı açtım ki,Rasim’in üstü başı toz,Allah’ım neden böyle bu çocuk.
-Rasim bu ne hal,ben seni kümese gönderdim sanıyordum.
-Abla demedin mi sen 4 yumurta al gel diye,inatçı tavuk kalkmadı yerinden bende çomakla dürtükleyince o da üstüme atıldı,4 yumurta alıcam diye gözümü çıkaracaktı alçak tavuk.
-Ah be Rasim,geç içeride üstünü başını temizle hadi. Sonunda herkesi sofra başına toplayabildim,çılbırlarda hazır. Hadi buyrun.
 Bismillahirrahmanirrahim.
…..
Sofradan kalktıktan sonra herkes kendi işinde. Dedem atölyesinde,köyün tek marangozu. Köydeki çoğu evin kapısı,penceresi,dolabı,masası dedemin işleridir,hatta tabutlar bile,civar köylerden de gelirler dedeme.Namı bile var ‘Tahta Necdet’. Sağolsunlar.
Ninem bahçeye inmiştir,yabani otları ayıklayıp sulamak için mahsülleri. Küçük bir orağı var sapının kırmızı rengi silindi silenecek,eski ama iş görenlerden. Yeni ektik daha bahçeyi birkaç domates fidesi biraz da soğan. 

19 Mart 2015 Perşembe

LİSE DEFTERİ/LİSE DERTLERİ





"Bak kızım çok seveceksin okulumuzu; küçüktür, ek binadan hallice.. Ama iyi dostluklar kurarsın burda, guzel anılar biriktirirsin; hemen karar verme 2 hafta saklayım bu dilekçeyi sonra sen gelip yırtacaksin,  güven bana..."

-Güven bana- Pek büyük bir laf. Güvenelim bakalım..

"Yarın ola hayr'ola." İlk kez 15 yaşında ettim bu lafı ve ilk kez anladım sık sık bu veczin ardına saklanan insanları.

Yarın oldu hayr'oldu... 2 hafta bekledim ve ben yırttım dilekçemi. İlk kez benim diyerek girdim okula, sınıfım dedim, arkadaşlarım.

Güzel dostlar biriktirdim, güzel arkadaşlıklar, anılar... Tarih atılmış sayfalar hatta altına birkaç kelime not bile düşülmüş. Çokça da fotoğraf akıllı telefonların hafızasında...

Beraber azar işitmek de dairdi o günlere, saatlik yollarda kısık sesle dedikodu yapmak da. Kış günü gizli gizli dondurma yemek de, giriş katta ağlamak fiilini icra etmek de...

Emanet olmak da, emanet etmek de. Emanet kalmakta, emanete sadık kalmak da..

İlk kez kaçan trenin ardından bakakalmak da pek tabi o günlerden hatıra.

Şiirle tanışıp; siire kavuşmak o zamanın kısmetindeymiş demek. Cemil Meriç ile de tabi.

"Aman anlamayacağın şiiri okuyup napacaksın başka bir heves bul kendine." denilerek küçümsenmek de.

Heves...

O zaman hevesti ya şiir okumak, şarkılar dinleyip telefon kaptırırdık bizler de derslerden arta kalan vakitte... Bir kelime için iddiaya girerdik amaçsızca...

Ve rehber ogretmenlerimizin yanında ağlardık. Ne de olsa onlar sormazdı sebebi; malûm üniversite telaşı..

Acı gelmezdi hiç kimin aklına. "Bu yaşta çocuğun ne derdi olur ki?"
Çocuğun ne derdi olur ki?

Onsekizinci yaşımın mumlarını üflememle, büyümenin iyi bir fikir olmadığını; geçmiş sınavın sonuç belgesini aradığımız kalabalık  salonda rast geldiğim manzara anlatmaya yetti. Kim bilir belki artmıştı bile..

18 yaşımın ilk anlarını Sakarya'da dershanemin bize bahşettiği 1 saatlik arada,  simitçiye pasta sokmayı başaran,  varlıkları şükür sebebi arkadaslarım yaşattı bana.

Veda ettiğim Sakarya'da hoşgeldin dediler 18.yaşıma ve bana..

Ve çok uzaklara uğurladılar çocukluğu.
Ve çok uzaklara uğurladılar sadık kalınan emanetleri ve tüm bunlardan habersizdiler.

Yüzü kızaran cocuklardık biz artık yüzü kızaran genç olmaktaydı sıra.. Yeri gelmisken bir dip not; zaten ne geldiyse başımıza yüzümüz kızarmaz hale geldikten sonra gelmedi mi ya?..

Ne çok şey yaşanmış da kalmış aklın kuytu köşelerinde.. Şimdi nerden mi çıktı tüm bunlar?

Vakit geldi artık; kabullenme vakti ya da zihin içinde küçük bir temizlik..

Sebebi mevhûm. Ama vakit geldi..

Elçi olmak düştü payıma da: Anılarla kelimeler arasında.

Elçiye zeval olmaz. Affola..





15 Mart 2015 Pazar

Beni Siz Delirttiniz!

     Devrik cümlelere oluşturulmuş üç noktalı bir hayattı benimki. Hep bir yarım kalmışlık, yüklemi kayıp cümleler silsilesi. Sürekli düşünmek, tonlarca şeyi; gökte uçan kuşu, İstanbul da okunan ezanı, Filistin’deki çocuğu, İngiltere’deki ateisti, Afrika'daki Leoyu...
     
     İnanır mısınız bir paspası bile düşündüğüm oluyor bazen, bazen ise direk bir paspas olduğum. Düşündüğüm her şeye dönüşüyor, yaşıyor sonra düşüncelerimde ölüyorum. Sonra tekrarlanıyor her şey yeniden. Fakat mükerrirlikten başka nedir ki bu? Sürekli bir şeyler tekerrür ediyor içimde lakin hepsi de birbirinden farklı tonla zırvalık.(evet hepsi birer zırvalık, saygım yok zerre hiçbirine, yok olmaya layık zırvalıklar!)
     
     Bu kadar düşüncenin hem farklı olmayı hem de tekrarlanmayı nasıl becerebildiğini çözemiyorum. Sonra biraz da bunu düşünüyorum. Ve şiddetli bir baş ağrısı beynimin içinde demleniyor. Fokurduyor, yakıyor hatta. Çıkan buharı hissedebiliyorum inanabiliyor musunuz? Şimdiye kadar kaç kere öldüğümü sayamadım. Parmaklarımın sayısını çoktan geçtiler, bir süre sonra bıraktım bende bundandır saymayı.  Düşünmek nefes alıp vermek gibi, istediğin zaman durduruyorsun fakat durdurman demek “ölmek” demek. Öldüm demem bu yüzden işte. Rollere bürünüyor, onları yaşıyor sonra bir anda düşünmeyi kesiyorum, onlar yok oluyorlar ve ben tekrar ölüyorum beynimde. Bazen iki kaşımın ortasından tek bir kurşunla, bazen beysbol sopasıyla, bazen ise çöldeki sarı yılanı kullanarak. Ve inanır mısınız bunların hiç biri beni kendi yıldızıma ulaştırmıyor, çünkü gittiğimde bulabileceğim bir gülüm yok.
     
     Kendini beğenmiş de olsa, insanın hayatında bir gülün olması güzel bir şeydir. Bunu biraz da sizin düşünmeniz lazım. Görüyorum ki gül bahçesinde tek yaptığınız bir köpekten farksızca toprak eşelemek. Gülleri göremiyorsunuz ve bu beni delirtiyor. Sizi bir fanustan seyrediyorum sora biraz da sizi düşünüyorum fakat zihnimi yoruyorsunuz. En çok da siz yoruyorsunuz evet!  Yaşam faaliyetlerimi bitirmek istediğim çok oldu açıkçası düşünmemek için sizi. Asla tamamlanmayan bir su doku gibisiniz. Nereye koyarsam koyayım tamamlanıp bir bütün olamıyorsunuz. Şiddetli bir bencilliğin esiri olmuş, bütünü göremiyorsunuz. 
     
     Sizi düşündüğüm zamanlar dışında bazen umut dolu bir insan olabiliyorum. Sanki her şey güzel olabilir gibi, sanki gidenler geri gelebilir gibi. Fakat sonra siz bir kanalda, bir afişte, bir gazetede karşıma çıkıveriyorsunuz. Bazen ise bir yolda yürürken sizden kaçırmak için zihnimi, kaldırımları seyrederken bir anda karşımda beliriveriyorsunuz. En çok sizi görmemi istiyorsunuz sanki, en çok sizi düşünmemi ve iktidar olma hırsınız ile eziyorsunuz tüm ümitlerimi. Gülüm de ezilmişti bunların altında zaten. 
  
     Evet, inanır mısınız sizi hiç sevmiyorum. Öfkeliyim size, beni içinden çıkılmaz bir duruma getirdiğiniz için. Yaptıklarınızın hepsini düzeltmek istiyorum. Size kızmamak için, temyiz kudretinden noksan bir çocuk olduğunuzu varsayıyor, sadece oyuncaklarınızı dağıttığınızı hayal ediyorum. Fakat değilsiniz ve sanki bunu gözüme sokmak için yaşıyorsunuz hala.
   
     Deliriyorum, üstelik yavaş yavaş da değil. Beni hızla delirtiyorsunuz. Bir Cem Karaca şarkısında buluyorum kendimi. Altından kalkamıyorum yaptıklarınızın. Tek yapabildiğim düşünmek oluyor adınıza, bazı şeyler nasıl düzelebilir bunu düşünmek. Fakat çok şeyi götürdünüz ve maalesef gidenler geri gelmiyor. Şimdi söyleyin bana nasıl oluyor da burnunuzun ucundaki o canım gülleri hala göremiyorsunuz?
                                                                                                              Zeynep Büşra Yavuz          

11 Mart 2015 Çarşamba

Hiç Beklenmedik

      Gün ışımakta,etraf alacakaranlık ve serin bir rüzgar esiyor dağdan vadiye doğru.Civar evlerin ahırlarından gelen inek bağırtıları,memeleri süt dolan hayvanlar bir an önce sahiplerine onları sağmaları için yalvarır gibi ve kuzuların boyunlarına takılan çıngıraklar,sabah vaktinin soğuğuyla birbirlerine sokulmakta. Birazdan köy ahaliside dökülür tozlu yollara,üstlerinde bluz,altlarında şalvar ve ellerinde çapa,kış bitti bahardan başlamalı toprağı havalandırmaya,bu sene kış çetin,kardan geçilmedi yollar. Toprak nemine doydu,toprağı ekmezsek ziyan olur onca bereket. İşte Leyla teyze,zavallı gelmiş 70 yaşına bir başına yaşıyor ahşaptan dökme evinde,koca desen kaç yıl önce göçmüş öte tarafa,çocuklar evlendikten sonra unutmuş analarını.O yine de mutlu ‘Boşver kızım,Allah onlara iyilik versin,onlar beni unuttuysa Allah beni unutmadı ya’ der ne zaman oturup sohbet etsek. İki büklüm çıkıyor kapıdan,yaş yetmiş romatizmal hastalıklar bükmüş zavallımın belini,bir eşeği var adı Manolya,evden çıkar çıkmaz ağır aksak adımlarla ahıra gidip önce Manolyayı salıverir sonra evin arkasına dolanıp çapasını ve sebetini alıp Manolyanın eğerine yükler,sonra ipinden tuttuğu gibi koyulurlar yola. Aşağı yolun hemen kıyısında tarlası,tarla dediğime bakmayın en fazla bir dönümdür bostanı,az biraz karnını doyuracak kadar mahsülünü çıkardıktan sonra,geri kalanını köyün imamına getirir. ‘Hocam,bunları da götür şehre,satabildiğini sat.’ Belli ki yavaş yavaş uyanmakta ev ahalisi,içeriden sesler geliyor. Uyanır uyanmaz tuvalete yönelip içeride birinin olduğunu anlayınca ağzının ucuyla,sabah mahmurluğuyla bir küfür savuruyor dedem ‘Çık ulan hergele,keyif mi yapıyon tuvalette..’ İçerden Rasim’in sesi ‘Tuvalette de rahat yok,az bekle hele biter birazdan işim.’ Diye karşılık veriyor dedeme. Kapının önünden geçen ninem ‘Len Rasim tuvalette konuşulur mu,çarpılırsın,töbe de evladım töbe de..’ İçerden bir ıkınma sesi ve musluktan akan suyun şakırtısı ‘Çıktım işte, buyur gir.’ dedem tam elini kaldırıp bir tane patlatacakken Rasim kıvrak bir hareketle elinden kurtuluverdi. Rasim evin en küçüğü,doğal olarak en haşaresi daha 14 yaşında,haşare olduğuna bakmayın dersleri çok iyidir,şeytana pabucunu ters giyidirecek türden kurnazdırda,benim küçük kardeşim. Balkondan içeri girdiğimde ninem benim odamdan çıkıyordu.

-Hah! Kızım bende seni bulamayınca merak ettiydim,burda mıydın?
-Burdayım nine,namazdan sonra uyku tumadı bende balkona çıktıydım.
-Sabah sabah balkon da üşürsün be kızım, üstündeki bluzda ince gibi sırtına bir şey alaydın ya ?
-Yok ninem,iyiyim ben sen tasalanma.
-İyi madem,ben ahıra iniyom,sende kahvaltıyı hazır et.

     Ninem, 63 yaşında azcık kamburlu beyaz tenli boncuk gözlü,tiz sesli bir kadın. Annem vefat ettikten sonra bize hem ana oldu hem baba. Babam annemin vefatından sonra Rasimle beni nineme emanet etti,sonra da Avrupa’nın yolunu tuttu.Orada daha iyi işler varmış,maaşı bol,refahmışta,başlarda para yollardı bir de mektup,halini hatrını anlatırdı ben burada iyiyim kızım sen kardeşine sahip ol ninenlere yük olmayın diye yazardı. Zaman geçtikçe sıklığı da azaldı mektupların haliyle paranın, meğer oralarda yabancı bir işçi kadınla evlenmiş ikamet izni için,sonra da çocukları olmuş. Gözden ırak olan gönülden de ırak olur diye boşuna dememiş atalarımız,babam da yeni karısının çocuklarına babalık yapmaya başlar olmuş. Yazdığı son mektubunda zor durumda kaldığı için böyle yapmak zorunda olduğunu anlatmış bana,bir de diyor ki sakın kızma bana. Keşke sadece kızgın olsaydım babamın bu yaptığına,annem öldükten sonra öksüz kalmıştık,şimdi de yetim kalmıştık şu dünya da.
                                                                               K.Erdemli