21 Şubat 2015 Cumartesi

VARSIN BU DA -BAŞLIKSIZ- OLUVERSİN

   Bugünlerde aynı düzlemde  farklı düşündüğüm insanlara ihtiyacım var. Çevremde iradem dışında dışında bulunan insanları durup gözlemledikçe sayfalarca yazı konusu elde ediyorum. Amacım ise bu değil. "Delilik vehminden engin" bir görünmez çizginin sınırlarını aramak derdindeyim.

   Kalabalık yaşıyoruz; okullar, sokaklar, evler... Ne yazık boş kalabalık içinde en iyi olma, en önde olma, en gözde olma kısaca enleri olma çabasındayız. Bu boşlukta var mıyız diye soran kaç kişi kaldık acaba? Evet yanlış okumadınız; var mıyız? Varız; ete kemiğe bürünmüşüz, öyle böyle yaşıyoruz. Tam olarak öyle böyle yaşıyoruz. Hazır kıyafetleri mağazadan alıp, şeflerin bizim için önerdikleriyle öğün atlatıyoruz. Çenemiz mi; kuvvetli maşallah! Her girdiğimiz ortamda dünyayı kurtaran adam olmak telaşındayız. "Hayır yapmıyorum" , "Bunlar bana ters" demeyin; hepimiz bunu yapıyoruz babannemden gayrı... Babannem hala doğallığını içinde taşıyan; bakkal ekmeği gördü mü "Nimete kötü denmez emme, nasıl karın doyar bunla?" diyen ve bizi de bu sözleriyle güldüren babannemden gayrı hepimiz....

   Çocukluğumdan hatırlıyorum da bere, atkı, eldiven annem elleriyle örer, giydirirdi bize; el emeğiyle göz nuru birleşince yün de bir başka ısıtırdı. Şimdilerde o da vazgeçmiş durumda; ihtiyaçsa çıkar alırız.. Peki ya ihtiyaç mı sahiden?

   İnsanlarla tanışmayı severim. Bazen yazar olur, bazen şarkıcı,şair ya da sokak satıcısı... Tanışıp belleğe iki kelamlık muhabbet eklemek hoşuma gider. Lakin artık bu durumun gidişatı da korkutmakta beni. Konsere giderim; gelenler şarkılara ulaşmayı engeller, sinemada densizin birinin telefonu çalar, imza gününde yazarla kısacık sohbet ederken arkadaki hanım "Ocakta yemeğim var hadin gari." edalarında oflar da oflar..İç karartıcı..
   Yine gittiğim muhabbet ortamında 'adına kölelik demediğimiz ama bir kölelik yaşadığımız'diyen arkadaşa(!) sorulan sorular: e biz napalımlar, dünyayı nasıl değiştirelimler, böyle gelmiş böyle giderciler..(topluca soru işaretleri??????) Soyut düşünceleri dahi somutlaştırıp, nesneler dünyasına katmaya çalışanlar...
 
   Kısaca; düşünmeyi unutup;ezber derdine düşmüş gençler. Zannetmeyin her şeyi eleştiren biri değilim. Galiba kusurum düşündüklerimi kağıda dökmemde; doğru söyleyeni misali belki de...

   Aynı düzlemde farklı düşünmek demiştim ilk paragrafımda. İzninizle onu açmak istiyorum biraz. Yolunda gitmeyen şeylerin dengede durduğunu kabullenmeyen, kabullenmek istemeyen insanlarla aynı düzlemde kabul ediyorum kendimi. Her şeyin yolunda olduğunu kabul edenler zannımca dünya 3 boyutlu ya ondan.. Zira ben düzlemin şifresini çözmeden 3 boyuta el atmak istemeyenlerdenim. Bu sebeple düzlemde düşünmeyi seçenlerdenim.

   Nasıl değişir, ne değişir ?  vs vs vs

   Nasıl değişir; bilmiyorum yani hangi yolla olur değişim. Oturup bunu uzun uzun anlatandan da kaçıyorum; yıllardır çözüm yollarını ezberlemek yordu beni; gidiş yolundan puan almak istiyorum. Kendimce yöntemlerim var elbet deneme yanılma bulduğum. Mesela kitaplarım var; kalabalıklardan kaçıp sığındığım. 3 duraklık metro yolculuğumda kulağımda kulaklığım insanları gözlerim sonrası bir vehamet çöker içime kalan 2 durak yolu kitabımla tamamlarım.Okumak çözer mi bilmem fakat iyi oyalıyor insanı.

   Ne değişir'e gelince; belki hiçbir şey somut dünyada. Ben ve düşüncelerim geliştikten sonra; hayatımda 2 adımım değiştikten sonra... Zannediyorum gerisi teferruat!...

   Sözü yormadan daha fazla;bitiriyorum.

   Düşünmeyi düşünmeyi aklımızı kullanmayı ve hatta kullanabileceğimizi unutmuşuz.
 
   Son bir not: İstanbul düşmedi, Fatih'in fethettiği gibi dimdik ayakta.

19 Şubat 2015 Perşembe

BAY ORALET VE BİR ÇOCUĞUN GÜNCESİ


                         BAY ORALET VE BİR ÇOCUĞUN GÜNCESİ


    İlk bakışta güzel bir yer olduğu söylenebilirdi.Biraz uğraşılsa şu güzel avlunun ortasına bir havuz yaptırılırdı.Bunu belli ki fazla entel ve gereksiz buluyordu kahveci.Kahveci vizyonsuz bir adamdı galiba,atadan dededen ne gördüyse o.Adam,sohbetin yeni yeni demlendiği masaya oturdu.Selamlaşma faslı fazla uzun sürmedi hepsi çeşitli kombinasyonlarda dertlerini masanın üzerine yaydılar.Saymayı bilmeyenler için başta söylemekte fayda var:Son gelenle birlikte 4 başarısız senarist,4 ahşap görünümlü hakiki plastik ıstaka,3 çay bir oralet vardı bir de ıstakaların yanında yetim gibi duran senaryo kağıtları.Kimi bilgisayar çıktısı kimi Sümerce el yazısı.Hemen hemen hepsinin ortak noktası bazı yerleri çizilmiş yanına notlar alınmış ağırlığı olan kağıtlar olmasıydı.Çayını önce karıştıran bir yudum alır söze başlardı buraların kuralı buydu.İster kıraathane kültürü deyin ister çay kaşığının gücü ,fark etmez.
   Fularlı olan söze başladı:Kıraathane okuma yapılan yerdir aslında burada bu sünepe okeyciler ve bizim olmamız ne tuhaf değil mi? Deri çeketli ve sakalları bağımsızlığını ilan etmiş olan hem kıvranıyordu hem de sinirliydi,üretim süreçleri böyle olurdu:”Salak salak konuşma Halit, iki satır bir şey konuşacağız hemen ansiklopediye bağlama.” Çayından bir  yudum aldı,gözlüğünü düzeltti ve söze devam etti:”Bir de şunu dinleyin beyler,senaryoma daha uygun bir giriş cümlesi buldum ‘Sigarayı içmek değil,yemek istedi.’Halit güldü:’Evet abi,senaryo bitmiş senin tamam yani tamam olmuş,başroller kim,şu yeni çıkan sarışın oğlanı oynatırsın artık.’Sakallı mahçuptu cevap vermek istedi ama gücü yoktu,Halit haklıydı.Üçüncü adamımız konuşmaya dahil oldu daha doğrusu muhabbetin seyri bunu gerektirmişti:Halit sen ne geniş adamsın ya,Murat en azından bir şeyler yazmaya çabalıyor, ‘Daha okunabilecek bir şey yazmadın,ama havandan geçilmiyor birader ne ayaksın?’Bu en sonki ‘birader ne ayaksın?’bölümü fazla kaçmıştı ,geri alınamazdı,olsundu.Halit utandı,heyacanlandı çevresine hızlıca bir baktı.Kim bilir o anda kafasından neler geçiyordu.Beni sorarsanız kafamdaki Kibariye ‘Kim Bilir’ şarkısının sonlarına doğru gelmişti ve birazdan kahveyi yutacakmış gibi söylüyordu.Çaycıya bir çay daha ver cinsinden bir hareket yaptım.Yan masayı dinlemeye devam ettim.Hikayenin başına dönersek dört kişi vardı demiştik.Suskun ve her ortama lazım olan,oreletin sahibi bu dördüncü de şansını denemeye karar verdi:”Beyler bir de şunu dinleyin’Bu insanlar neden heykeller gibi anne, gözlem çalışması yapıyoruz ama heykeller biz gelirken çok karanlık,neden biraz olsun aydınlanmadılar sen ölürken bile.’Halit yine genişti:”Hoş geldin Shakespeare ,Hamlet nasıl?”Dördüncü adam şaşırmıştı:’Hamlet’e mi benzettin abi,valla ondan esinlenmedim’Halit topa yaklaştı:’Haklısın kardeşim o Hamlet’i yazdı senin ki olsa olsa omlet olur.’vurdu gol oldu.Halit’in vicdanı değil de ulan fazla mı oldu bu acaba duygusu sızlamaya başladı,çok sürmedi bu orası ayrı.Halit kırdığını onarmasını bilen bir adamdı.Babası Toki Genel Müdürlüğünden emekliydi ne de olsa.Sesini toparladı :’Sadece zor durumda kaldığımızda değil,istediğimiz zaman yazı yazabilmemiz lazım,profesyonellik bunu gerektirir.Hepimiz amatör işler yaptık ama artık kafanızı toplayın da gerçek bir iş koyalım,bizimle de röportaj yapsınlar,ulan daha bizi kimse galasına çağırmadı.Ne zaman smokinimizi giyip bir yere gideceğiz.Bu laflar hepsinde farklı etki uyandırdı:Murat:’Ulan nasıl bitirecem senaryoyu,memuriyete, sefer tasına devam galiba’’ diye düşündü.Adını bilemediğim ama Halit’e ayar olduğu anlaşılan:’Bu Halit de ne şerefsiz ya biz yazacakmışız da beyefendi röportajlara galalara gidecekmiş” diye düşündü.Bir insana bu kadar takmak zararlıydı.Freud kızardı.Yine adı geçmeyen dördüncümüz kısaca Bay Oralet hepsinden daha fazla kaygılıydı:’Her şey tamam da smokini nereden bulacağız,Terzi Fethi böyle şeyler diker mi acaba,neyse olmadı nişanda giydiğim takım elbiseyle giderim.’Bay Oralet’e aferindi,evlenmişti en azından nişanlıydı.
   Hikayeyi okurken herkesin susmuş olması beni kıllandırdı, yarıda kestim, sınıfta herkes bayılmak üzereydi öğretmende sahte bir hoşnutluk vardı.Yine kıpkırmızı olmuştum.Hata bendeydi.Bu hikayeyi beyler geriye doğru ilerleyelim diyen otobüs muavinlerinin bulunduğu bir ülkede laboratuvara nazar boncuğu astıran bir fen bilgisi öğretmenin, öğretmen olmadığı için girdiği bir Türkçe dersinde yazmıştım.Büyük ahmaklıktı.Hoca sözü Burcu’ya vermişti.O da burçlarla ilgili bir kompozisyon yazmıştı.Bir yerinde benim burcum koç ise  cesur ve girişimcidir dedi.O an dalgınlığım bıçak gibi kesildi.Artık sınıfta koç aşkı olduğunu biliyorum.Sınfta değilse bile  ben de.Aklıma Bay Oralet geldi napıyordu,evliliği nasıldı,burcu neydi,ben Burcuyla evlenebilecek miydim,ilk smokin nerede üretilmişti .Tüm düşüncelerim Beethoven‘ın okullar için bestelediği şarkıyla delik deşik olmuştu.Kantine koşanlar sürüsüne katıldım.

                                                                                                                   Gülarman

Bir Mecnun Günlüğü

Şimdi sen, ağlıyorsun belki her gece
Ya da uykularını bir eşek arısı sokuyor.
Belki nöbet bekleyen bir asker mahmurluğunda gözlerin,
Yarı açık yarı kapalı direniyorsun.

Şimdi sen belki çöl kuraklığında Mecnunlaştın, susuyorsun.
Sahralar görüyorsun belki Leylaya dair.
Ya da ihtimal ya gerçekten susuyorsun,
Ebedi bir sessizliğin kapısını çalar gibisin.

Belki de gecenin tam ortasına dikilmiş,
Karanlıklardan dost seçiyorsun.
Ya da belki bir mum ışığından bile kaçıyorsun,
Uzundur sakladığın isyan edecek, korkuyorsun.

Şimdi haykırsan sanki Ferhat dağı delecek
Yahut kuşlar yol değiştirecek.
Haykırmasan belki içine sızacak hüzün
Bir yanar dağ faaliyete geçecek.

Şiddetli bir karamsarlık kararsızlığını kamçılıyor, vazgeçiyorsun.
Kuş tüyü bir yastık bastıramıyor hıçkırıklarını.
Ne feryadın duyuluyor, ne sessizliğin görülüyor
Geçmişin ancak böyle bir matemle gömülürdü biliyorsun.

Belki gecedir sana senelerdir getirmeyen sabahı,
Ya da içindeki ırmak yanlış denize akıyor çözemiyorsun.
Sen bir ip cambazı değilsin ki, sırattan ince bir köprüyü geçesin
Düşüyorsun işte, yokluktan varlığa terfi ediyorsun.

İki ayrı yoldan iki kapı açılıyor önüne
Leyla hangi kapıdan girdi bilmiyorsun.
Kararsızlığın bırakmıyor peşini kapılar kapanıyor,
Sen ortadaki adam! Sen bir Araf yolcususun.

                                             Zeynep Büşra Yavuz

7 Şubat 2015 Cumartesi

Şiir Adınla Şerafyab Olur

Bir şiir ki adınla şerefyab olur Bir tebessümünle hüzün serap olur Ey süveydamda müstetir olan nur Bir göz de , bir kalpte tek bir gözde olur.
Şiir bu güzelliğinin yanında mısrasına acziyet dokunur. Kelam ki aşkı ifade etmenin bir başka yoludur. Sukut etmeli biraz da , sukut ki kalbe yoldur. Aşk olsun gönül de yeter ki , aşk için kelam boldur.
Ey evliyalar şehri ; sen de nice güzeller bulunur. | Ersin Boztepe

Ulu Bir Çınardır Sevdan

Asırlık bir ulu çınardır sevdan kök salmış sevdama Bir salıncak yapmış aşk sallanır durur saçlarında Çocuk gibi bekler dururum heyecanla salıncak başında. Ey aşk , ey aşk ne zaman bana gelecek sıra...
Ne demeli bilmem ki güzelliğine Aşkın taşıdığı mana maddeden ötelerde. Cemalinden zuhur eden aşk ise de. Aşk süveydan da daha derinler de
Ey adını anınca mısraların acziyeti itiraf eylediği güzel. Sadrımıza bir sır lütfeyle aşkını sadrımıza üfle.. | Ersin Boztepe

1 Şubat 2015 Pazar

‘’Ben Senin İyiliğin İçin Söylüyorum’’


Birini tanıdım; müthiş bir hafızası, efsane taklit yeteneği vardı. Konuşurken, şakalaşırken filmlerden, dizilerden, şiirlerden ve kitaplardan alıntılar, replikler verirdi. O replikler, o karakterler içindeyken nasıl mutluydu, gözlerinin içi gülerdi veya hüzünlenirse yine gözlerinden ağlayan yüreğini belli ederdi. Hele bir de muhatabı repliğin veya alıntının kaynağını bilir ve karşılığını verirse, değmeyin keyfine... Ah bir de nasıl güzel sesi vardı, türkü söyler, söylerken ruhunu katık ederdi. Konservatuara gitmek istemiş, hukukçu baba hukuk fakültesi yazdırmış. Onu tanıdım tanıyalı bir türlü sevmeyi başaramadığı hukuk fakültesinde.

***

Yabancı dil ö
ğrenmek biraz da yetenek işidir, bilen bilir. Yabancı dile inanılmaz yeteneği olan, İngilizce yazılılarında kopya için dört yanı sarılan biriydi. Bir şarkının ismini bulmaya çalışıyorum, lisedeyiz, o zamanlar teknoloji bu kadar gelişmemiş, şarkıyı radyoda orda burda duyduğumda deliriyor, ismini bir türlü bulup da şarkıyı arşivime ekleyemiyorum. Kız şarkıyı dinledi, sözlerini not etti, birkaç dakikaya mesajla ismini gönderdi. Duyduğunu anlamak en zor aşamasıdır bana sorarsanız dil öğrenmenin, o bu işi İngilizce için lisede çoktan halletmişti. Belirteyim, biz öğretmen lisesindeydik, yabancı öğretmenlerimiz falan yoktu ve pekçoğumuz İngilizce'yle lisede tanışştı. Babasının zoruyla bu kız sayısal seçti, yabancı dil bölümü seçse olacağından kat be kat daha az başarılı oldu, sonunda da sevmediği bir bölüm kazandı. En son gördüğümde mezun olmayı beklerken, bir yandan da mezuniyet sonrası gidebileceği Avrupa ülkelerini araştırdığını söylüyordu. Belli ki bölümünü bir türlü sevememişti o da... 

***

Dinlerken notaları ayırd etti
ği için ders çalışırken enstrümantal dahi müzik dinleyemeyen, çocukluğundan beri gitarın her türlüsünü çalmayı bilen, kendi başına saksafon çalmayı öğrenmiş, aynı zamanda şarkı söyleyebilen, velhasıl müziğe müthiş yeteneği olan biriydi. Müzik onun için bir yaşam biçimi, bir mutluluk sebebiydi. Konservatuar okumak istemiş, ailesi pek de iyi bir fikir olmayacağına ikna etmiş. İstemediği ve çok da sevmediği bir bölümü, gitarına sığınarak bitirdi.

***

Ne çok mutsuz insan tanıdım yalan dünyalarında küçük mutluluklara sı
ğınarak yaşamak zorunda kalan... Ne çok insan tanıdım ''kendi iyilikleri için'' hayallerinden zorla koparılan... Karşılığında sorun çıkarmayan, mutlu ve dürüst insanlar olmaları istenen. Oysa izin verseydin mesela çocuğuna istediğini seçebilmesine, yeteneğine göre, belki çok başarılı olmazdı, belki çok para kazanamazdı, belki toplumun değerlerine göre okul-askerlik-iş-evlilik ritüelini tam zamanında sırasıyla yerine getiremezdi; ama her sabah aslında içinde hiç olmak istemediği, başkalarının hayallerini yaşadığı dünyasına mutsuz ve hevessiz kalkmak zorunda kalmazdı. Bilirsin, sabah uyanması için bir sebebi olmalı insanın.

İşinde başarılı ve sevilen insanlara dikkat edin, hepsi işini görece seven insanlar. Vergi dairesindeki memurun, dinmeyen baş ağrılarınıza şifa aradığınız doktorun, çocuğunuzun her gün belki de sizden daha fazla gördüğü öğretmeninin, simit almaya gittiğiniz fırıncının gözlerinin içine bakın. Işıldayan bir çift gözle mi, yoksa rengi solmuş donuk bakışlarla mı karşılaşıyorsunuz? Hep söylüyoruz ya, herkes işini iyi yapsa memlekette sorun falan kalmaz. Doğru da, peki ya yapmak zorunda olduğu işi asgari düzeyde dahi sevmiyorsa? Çocuklarınızı iyi tanıyın ve onlara kendilerini tanımaları için uygun zeminler hazırlayın. Yetenek ve eğilimlerine, kapasitelerine ve gerçeklerine göre okullara yönlendirin. Evebeyn olmak ciddi bir iştir, farkına varın. Kendinize hayırlı, topluma faydalı, torunlarınıza aklı başında evebeyn olacak bireyler yetiştirmenin sırrı sizde. Elbette çocuklarınız için en iyisini istiyorsunuz, o yüzden tiksinse de mühendis, doktor olmaları için uğraşıyorsunuz ama iyi niyet her zaman yeterli değil, artık yüzleşin. Anne olmak, baba olmak ciddi bir iştir, farkında olun.


 Merve Ayvaz