Hep bir umutlar silsilesi değil mi ki zaman, kimine göre gerçek kimine göre hayal olan. Hayat elbette ki kaderin bir tezahürü lakin Mevlana hazretlerinin de söylediği gibi, kader yolun tamamını değil sadece yol ayrımlarını verir. Güzergâh bellidir ama tüm dönemeç ve sapaklar yolcuya aittir. Öyleyse ne hayatının hâkimisin, ne de hayat karşısında çaresizsin.
Sisli bir İstanbul sabahında koşuşturmaca hâkim. Çocuklar, gençler,
yaşlılar, türlü türlü umutlarla ve bir o kadar kaygıyla yola koyulmuş. Kasım
ayının o sert soğuklarına inat yine kalabalık bir İstanbul sabahı. Balık
ekmekçilerde akşamdan kalmış birkaç parça için Eminönü’ne doğru martılar
birbiriyle yarışırken, kalabalık da otobüslere, tramvaya, metrobüse doğru telaşla
ilerliyor.
Tarihin eskitemediği yollar yine tam
mesaide ve yine muzdarip üzerlerindeki motor seslerinden. Taksim Tarlabaşı yolu
da o yollardan sadece biri ve şimdilerde umudunu kaybetmemiş ya da
kaybetmemekten başka çaresi olmayan savaş mağduru Suriyeli çocukların hayata tutunmaya
çalıştıkları son dal, son umut kapısı olmuş.
Kimi bir gecekondudan kimi bir harabeden, ağzına
bir lokma almadan gün ışığıyla birlikte, 'belki bir kaç kuruş verir birisi '
umuduyla, soğuğa aldırış etmeden yolun iki yanına, Tarlabaşı’ nın o dar sokaklarından
çıkmaya başladılar. Kaçımız aç kaldık ki, kaçımız bu denli çaresiz kaldık? Bir çift ayakkabı onlar için oldukça lüks. Çoğunda
terlik var, kimi de yalın ayak. Sis yavaş yavaş kaybolmak istese de egzoz dumanı
bırakmıyor yakasını. Boğaziçi’nden arada ılık bir esinti gelse de beton çok
soğuk…
Dokuz on
yaşlarında bir kız çocuğu, kaldırımda yavaş adımlarla ilerlerken gelen geçenle
göz teması kuruyor sadece, o biraz şanslı diğerlerine göre, ayakkabıları var,
elinden geldiğince çabalıyor belki bir kaç kuruş verir birisi. Ara sıra üç- beş
kuruş bir şeyler veren olsa da kimse umursamıyor. Eskimiş bir hırka var
üzerinde ama nafile. Soğuk minik ellerini çoktan uyuşturmuş. Yolun iki
yanındaki dükkânlara alınmayacağının da bilincinde, kim bilir kaç kere azar
işitti onlardan, ama acının ırkı, dili, mezhebi; insanlığın rengi olmaz. Çaresiz
gözlerle etrafa bakıyor. Yolda uzun bir kuyruk oluşturmuş kırmızı ışıkta
bekleyen arabalar ve hemen dibinde bir halk otobüsü. Çocuk yeşil ışığın birkaç
saniyesi kaldığına aldırış etmeden uyuşmuş ellerini üç beş kuruşa yeniden
açabilme umuduyla çareyi hemen dibindeki otobüsün egzozunda buluyor. Son bir umut,
son bir çare.
Egzoz dumanıyla ısınmak… Kaçımızın son umudu oldu ki, kaçımızın son umudu böyle oldu ki diye düşünüyor insan. Sahip olamadıklarımıza isyan ettiğimiz kadar, sahip olduklarımıza şükrettik mi hiç diye sorgulamadan geçemiyor insan. Acaba o an sadece bir fotoğraf karesi mi yoksa bir insanlık dramının hülasası, zulmün acı bir tasviri olarak mı insanlığın zihnine kazındı, sormadan geçemiyor insan zerre insanlık kalmışsa, vesselam.
Nurullah AKTÜRK
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder