Bir şeyi ilk kez görme hakkın tektir, bir kez kayıtlarına geçti mi,
artık geri dönüşü yoktur. Bu yüzden ilk bakışa paha biçilemez. Bu yüzden ilk
kez geldiğim
Almanya’nın bu eski başkentinde ilk kez tecrübe edeceğim her an çok değerli,
zira yarınlarda hiçbir şey ilk anki gibi olmayacak, duygu çöplüğü
baktığım
her yeri gölgeleyecek.
Doğa ve çocuk sevgisi anneannemden, gezgin ruh anneannemin annesinden miras kalmış bana. Algıda seçiciyim, kuş ve çocuk seslerini, rengarenk çiçekleri ve yeşilin binbir tonunu hiç affetmem baktığım her yerde seçerim. Baktığım yerde bütün bunlardan en az birini görmem, içimdeki kelebekleri uçuşa geçirmeye yeter de artarken, birden fazlasını görüyorsam eğer kelebekler çılgına döner, içimden taşar, uçar, coşar.
Buraya geldiğimden beri tüm kelebeklerim çılgına dönmüş durumda. Perdelerimi kapatmıyorum uyurken, ki sabah uyandığımda ilk gördüğüm bana gülümseyen ağacımın yaprakları olsun. Ağaç dedimse, sanmayın ki şehre uzak kırlık bir alandayım, bilakis şehir meydanına on dakika yürüme mesafesindeyim. Ağaç dedimse, sanmayın ki kolum kadar gövdesi olan yeni yetme vir fidan, bilakis dedem yaşında, yaprakları göğe dokunan devasa, bilge ağaçlar. Arızalı ayaklarıma rağmen geldiğimden beri hemen her gün yürüyüşe çıkıyorum, ki yeşilin binbir tonunda ruhum dinlensin. Yürüyüş yaparken telefonuma değil etrafıma bakıyorum, ki babası koşarken yanında bisikletiyle veya önünde özel pusetinde veya koşuda babasına eşlik eden sarı-mavi çocukları görebileyim.
Yaşadığın yer önemlidir, zamanla etkileşirsin. Şehirleşme, ciddi bir iştir; fark etmezsin, ruhuna sirayet eder. Seni sen yapan en önemli unsurlardan biridir. ''Türkiye'de şehir yok. Bizim bir ülkemiz var ama şehrimiz yok. Şehir dediğin şey şöyledir, kaldırımlar olur bir şehirde, bizde kaldırımlar yoktur. Bir şehirde eğer kaldırım yoksa, o şehirde insanın değeri yoktur. Kaldırımın olmaması demek şu demektir; bizim ülkemizde en kıymetli insan, evliyasından sanatçısından filozofuna kadar külüstür bir araba kadar bile değerli değildir. Parklarımız yok. Park dediğin şey şudur; 50 dönüm olur ve şehirde üç tane olur, bazısı 75 dönüm bazısı 100 dönüm olur. Park şu işe yarar; çocukların koşar. Şu anda biz koşamayarak büyümüş çocukların çıldırdığı bir ülkede yaşıyoruz.'' derken fikir sahibi ne demek istiyordu, şimdi çok daha iyi anlıyorum. Çorum’da geçen kendi çocukluğumu hatırlıyorum, grilerle dolu. Bisikletime binecek yer bulamaz, okul bahçelerindeki küçücük alanlara tıkılıp kalırdım. Toprak, ağaç, yaprak, çiçek; bunlar hep grilerin, egzoz dumanlarının arasında renklerini kaybetmiş, solmuş, sönmüş küçük ayrıntılar...
İster istemez kıyaslama yapıyor,
imreniyorum. Bir profesyonel değilim, bilmiyorum, ama belki de
mesele çok sevdiğim dostumun söylediği gibidir: ''Onlar sıfırdan o noktaya
geliyorlar, biz orada gelişeni alıp monte etmeye çalışıyoruz.'' Neden bizim şehir merkezlerimizde yaşlı,
bilge ağaçlarımız yok? Neden her baktığım yer yeni yetme fidanlarla dolu?
Anadolu ot bitmez çorak bir yer miydi bizden once? Hayır, bizim bastığımız
yerde ot bitmiyor. Biz oturup kendi şehrimize, kendi dokumuza ve kültürümüze en
uygun olanı araştırmak, bulmak, seçmek, icabında icat etmek yerine, uygarlık,
gelişmişlik, şehirleşme adına dokuları bizimle uyuşmayan bambaşka bir yerden
bir parça alıp şehrin metobolizmasının kabul etmesini bekliyoruz. Üstelik de
bunu yaparken malesef çoğu zaman bin yıllık tarihi, kültürel miraslarımızı
harap ederek şehrin çoktan hazmettiği bir yapıyı ondan koparıp alıyoruz. Evet,
ben bir profesyonel değilim, bilmiyorum gerçek şehirlere
sahip olabilmemiz için nereden ve nasıl başlamalıyız, ama bir yerden başlamak
için çok ciddi sebeplerimiz var, biliyorum.
Merve Ayvaz
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder