1933 yılı mayıs ayı Almanya'sı, Nazi rejiminin
korkunç uygulamalarından biri olan toplu kitap yakım merasimlerine şahit oldu. ''Alman
olmayan her şeyi ateşe verin'' sloganı bu sefer kitaplar içindi. Acı
ve acıklı olan, kitap yakma merasimlerini düzenleyenlerin üniversite öğrencileri
ve hocaları olmasıydı. Nazi hükümeti tarafından destekleniyor olması, kütüphanelerden
''Alman olmayan'' binlerce kitabın kolaylıkla toplanıp yakma merasimine hazır
hale gelmesine en büyük kolaylıktı. Nazi ruhuna ve ideallerine aykırı olduğu
tespit edilmiş binlerce kitap Hitler'in iktidara gelmesinden çok kısa bir süre
sonra meydanlarda yakıldı. Yalnızca Karl Marx, Rosa Luxemburg gibi Marksist
yazarlar değil, rejim tarafından herhangi bir nedenle aykırı görülen Albert Einstein,
Franz Kafka, Victor Hugo, Jack London, Sigmund Freud, Tolstoy, Dostoyevsky ve
daha pek çok yazarın kitapları alevler içinde yok oldu. Ateşin
gücü, temizleyiciliği ve hastalıklardan arındırması olduğuna
göre, Naziler için kitapların ateşe verilmesi o dönemde nefret edilen, Alman
olmayan zararlı tüm her şeyin ateş
içinde yok edilmesi demekti. Amerikan dergisi Newsweek, ''Kitapların soykırımı'' dedi. Söz konusu törenlerde kitapları
yakılan Alman şair Heinrich Heine, ''Bugün kitap
yakanlar, yarın insanları da yakarlar,'' dedi. Nitekim, haklı çıktı,
mürekkebin olmadığı yerde oluk oluk kan aktı.
Kitapların yakılması üzerine söylenecek sözüm neredeyse hiç yok, zira kitap yakan bir zihin yapısını anlayabilmeme imkan yok. Benim çocukluğum ve lise yıllarım, en son gittiğimde yerinde tekstil ürünleri satıldığını üzülerek gördüğüm Gazi Caddesi üzerindeki Mustafa Amcamın sahafında geçti. Küçücük bir merdiven altından ibaret görünen o gizemli sahafın tavanlarına kadar kitaplarla dolu bana o günlerde uçsuz bucaksız gibi gelen arka odalarını az arşınlamadım. İkinci el kitap almanın, eski baskıların arasında kaybolmanın gizemini, yeni basılmış taze kitap kokusunun keyfini Mustafa Amcamın heyecanla anlattığı hikayeleri ve hoşsohbeti eşliğinde ilk defa orada tattım. Önceleri okuduğum kitapları götürür, yenileriyle değiştirirdim. Kısa bir süre sonra harçlıklarımı orada bitirmeye, şimdilerde sahip olduğum en değerli varlığım olan kütüphanemin temellerini o sahafta atmaya başladım. Kitapların içinde ne büyük dünyalar gizli olduğunu, kafamın içinde açılan minik minik kapıların anahtarları olduklarını yıllar içinde, sindire sindire, Mustafa Amcamın sahafında öğrendim. O zamanlar o uçsuz bucaksız kitaplar arasında, ben bir kitap sorduğumda şıp diye nasıl bulduğuna akıl sır erdiremezdim. Şimdilerde yeni yeni anlıyorum bir kitabın sorumluluğunu almanın, bir dost, bir kardeş, bir arkadaş, bir sevgili veya akraba gibi onunla bağlantılı olmakla benzer olduğunu, nerede olduğunu unutmanıza imkanınızın olmadığını… Özetle, benim için bir kitabı ateşe vermek, içindekilerle birlikte yazarını ve insanlığı ateşe vermekle eş değer ve Almanya, tarihinde bu kara lekeyi taşıyan ülkelerden biri maalesef.
Ve fakat, pek çok konuda geçmişiyle
yüzleşmeye ve telafi etmeye çalışan bu ülke, kitaplara yaptığı acımasızlık için
de bir şeyler yapmaya çalışıyor. Misal, siz de bazen bencileyin ayaklarınızın
ucuna bakarak yürüyorsanız, Alman şehirlerinde yürürken zaman zaman demir
plaklar içinde yazılı Naziler tarafından yakılan kitap ve yazarların isimlerine
rastlayabilirsiniz. Veya, bir köşebaşında, küçük klübeler içinde
sıra sıra raflar, raflarda kitaplar görebilirsiniz. Diğer Alman şehirlerinde
farklı şekillerde mevcut olan bu sokak kitaplıkları, Bonn’da zamanında İngiltere
tarafından o zamanların başkentine hediye edilen ve işlevlerini
yitirmeye başlayan klasik İngiliz telefon klübeleri olarak karşınıza çıkıyor.
Bu kırmızı, şirin mi şirin telefon klübeleri, halkın kullanımına sunulan sokak kitaplıklarına
çevrilmiş. İsteyen istediği
kitabı almakta ve bırakmakta serbest, ücretsiz bir sahaf yani. Zamanında
kitaplar yakmış bir ülkenin kitaplardan ve halkından dilediği
zarif özürlerden sadece bir tanesi.
Okuma ve kitap alma oranının ülkemizde ne kadar
düşük olduğu malumumuz, zaten aşina olduğumuz istatistiklere boğmayacağım.
Fakat okumanın hayata ne kadar olumlu etkileri olduğunu bizzat tecrübe etmiş
biri olarak, özellikle çocuklara okumayı sevdirmenin ne kadar önemli olduğunu
tekrar hatırlatacağım. Cezalarla veya didaktik söylemlerle değil, ödüllerle,
eğlenceli okuma saatleriyle, çocuğa hitap eden doğru kitap seçimleriyle. Siz
ona bir patika açın yeter ki, o kısa sürede yolunu çiçeklerle bezeyecek, kendi
ormanını bulacak ve/veya bizzat oluşturacaktır.