24 Ocak 2015 Cumartesi

Alman Sokak Kitaplıkları ve Sahaf Mustafa Amcam

1933 yılı mayıs ayı Almanya'sı, Nazi rejiminin korkunç uygulamalarından biri olan toplu kitap yakım merasimlerine şahit oldu. ''Alman olmayan her şeyi ateşe verin'' sloganı bu sefer kitaplar içindi. Acı ve acıklı olan, kitap yakma merasimlerini düzenleyenlerin üniversite öğrencileri ve hocaları olmasıydı. Nazi hükümeti tarafından destekleniyor olması, kütüphanelerden ''Alman olmayan'' binlerce kitabın kolaylıkla toplanıp yakma merasimine hazır hale gelmesine en büyük kolaylıktı. Nazi ruhuna ve ideallerine aykırı olduğu tespit edilmiş binlerce kitap Hitler'in iktidara gelmesinden çok kısa bir süre sonra meydanlarda yakıldı. Yalnızca Karl Marx, Rosa Luxemburg gibi Marksist yazarlar değil, rejim tarafından herhangi bir nedenle aykırı görülen Albert Einstein, Franz Kafka, Victor Hugo, Jack London, Sigmund Freud, Tolstoy, Dostoyevsky ve daha pek çok yazarın kitapları alevler içinde yok oldu. Ateşin gücü, temizleyiciliği ve hastalıklardan arındırması olduğuna göre, Naziler için kitapların ateşe verilmesi o dönemde nefret edilen, Alman olmayan zararlı tüm her şeyin ateş içinde yok edilmesi demekti. Amerikan dergisi Newsweek, ''Kitapların soykırımı'' dedi. Söz konusu törenlerde kitapları yakılan Alman şair Heinrich Heine, ''Bugün kitap yakanlar, yarın insanları da yakarlar,'' dedi. Nitekim, haklı çıktı, mürekkebin olmadığı yerde oluk oluk kan aktı.

Kitapların yakılması üzerine söylenecek sözüm neredeyse hiç yok, zira kitap yakan bir zihin yapısını anlayabilmeme imkan yok. Benim çocukluğum ve lise yıllarım, en son gittiğimde yerinde tekstil ürünleri satıldığını üzülerek gördüğüm Gazi Caddesi üzerindeki Mustafa Amcamın sahafında geçti. Küçücük bir merdiven altından ibaret görünen o gizemli sahafın tavanlarına kadar kitaplarla dolu bana o günlerde uçsuz bucaksız gibi gelen arka odalarını az arşınlamadım. İkinci el kitap almanın, eski baskıların arasında kaybolmanın gizemini, yeni basılmış taze kitap kokusunun keyfini Mustafa Amcamın heyecanla anlattığı hikayeleri ve hoşsohbeti eşliğinde ilk defa orada tattım. Önceleri okuduğum kitapları götürür, yenileriyle değiştirirdim. Kısa bir süre sonra harçlıklarımı orada bitirmeye, şimdilerde sahip olduğum en değerli varlığım olan kütüphanemin temellerini o sahafta atmaya başladım. Kitapların içinde ne büyük dünyalar gizli olduğunu, kafamın içinde açılan minik minik kapıların anahtarları olduklarını yıllar içinde, sindire sindire, Mustafa Amcamın sahafında öğrendim. O zamanlar o uçsuz bucaksız kitaplar arasında, ben bir kitap sorduğumda şıp diye nasıl bulduğuna akıl sır erdiremezdim. Şimdilerde yeni yeni anlıyorum bir kitabın sorumluluğunu almanın, bir dost, bir kardeş, bir arkadaş, bir sevgili veya akraba gibi onunla bağlantılı olmakla benzer olduğunu, nerede olduğunu unutmanıza imkanınızın olmadığını…  Özetle, benim için bir kitabı ate
şe vermek, içindekilerle birlikte yazarını ve insanlığı ateşe vermekle eş değer ve Almanya, tarihinde bu kara lekeyi taşıyan ülkelerden biri maalesef.

Ve fakat, pek çok konuda geçmişiyle yüzleşmeye ve telafi etmeye çalışan bu ülke, kitaplara yaptığı acımasızlık için de bir şeyler yapmaya çalışıyor. Misal, siz de bazen bencileyin ayaklarınızın ucuna bakarak yürüyorsanız, Alman şehirlerinde yürürken zaman zaman demir plaklar içinde yazılı Naziler tarafından yakılan kitap ve yazarların isimlerine rastlayabilirsiniz. Veya, bir köşebaşında, küçük klübeler içinde sıra sıra raflar, raflarda kitaplar görebilirsiniz. Diğer Alman şehirlerinde farklı şekillerde mevcut olan bu sokak kitaplıkları, Bonn’da zamanında İngiltere tarafından o zamanların başkentine hediye edilen ve işlevlerini yitirmeye başlayan klasik İngiliz telefon klübeleri olarak karşınıza çıkıyor. Bu kırmızı, şirin mi şirin telefon klübeleri, halkın kullanımına sunulan sokak kitaplıklarına çevrilmiş. İsteyen istediği kitabı almakta ve bırakmakta serbest, ücretsiz bir sahaf yani. Zamanında kitaplar yakmış bir ülkenin kitaplardan ve halkından dilediği zarif özürlerden sadece bir tanesi.


Okuma ve kitap alma oranının ülkemizde ne kadar düşük olduğu malumumuz, zaten aşina olduğumuz istatistiklere boğmayacağım. Fakat okumanın hayata ne kadar olumlu etkileri olduğunu bizzat tecrübe etmiş biri olarak, özellikle çocuklara okumayı sevdirmenin ne kadar önemli olduğunu tekrar hatırlatacağım. Cezalarla veya didaktik söylemlerle değil, ödüllerle, eğlenceli okuma saatleriyle, çocuğa hitap eden doğru kitap seçimleriyle. Siz ona bir patika açın yeter ki, o kısa sürede yolunu çiçeklerle bezeyecek, kendi ormanını bulacak ve/veya bizzat oluşturacaktır.

Merve Ayvaz


18 Ocak 2015 Pazar

Bir Şehir; Istanbul Gibi...

Şehir susmuş bugünlerde; gürültülü kalabalıklar içinde susarak ayakta kalmaya çalışıyor. Ve lakin bonkör, kendine sığınanı cevirmiyor geriye. Yüreği zengin; kapısı açık sonuna kadar, suistimale ugramişsa da defalarca..

7 tepesinde keder tüter de 'vah!' demez bir kere ama oluyor ışte efsunlu şehir de yoruluyor...

Sığınan mutlu, Çamlıca Tepesi'nden bakan büyüleniyor, Mimar Sinan Yokuşu'ndan Haliç pırlanta bir gerdanlık gibi hâlâ; etkiliyor. Beyazit'ta saat satan zenci çocuk da mutlu 'billahi' diyor 'tasi da toprağı da altin..' Işte bir amca; 60'ını coktan geçmiş besbelli işten dönüyor; kaynak kokuyor üstü başı... Sorsanız o ne der acep?.

Şehir; yaşayan bir ruha sahip. Kentte olmayan.. His, yaşamışlık, yaşanmışlık; biraz mahzun, biraz mahcup..

Istiklal Yolu'ndan aşağı klarnet sesini takip edenler.. Kimi içine ağlıyor gülen gözleriyle, kimi dışından akıtıyor 2-3 damla yaş ,umarsızca, .. O şarkı bitiyor yolun sonu Galata! Galata meczupların mekanı, turistlerden gayr-ı. Işte bu yorgun şehir imparatorluklardan sonra, turistleri de ağırlıyor.

Güçlü, dimdik, yıkılmaz..

''Istanbul gibi ol.'',''Istanbul gibi kal.'' Bu sebepten deniyor..

Başına bin dert gelse de, derdini yüzüne bakan görse de sen, sen güçlü kal; aç kollarını 'bana gel.' de davet et; sana gelene Galata gibi sahip çık.

Istanbul gibi ol! Bir yanın ağlarken; diğer yanından sâlâlar yukselsin..

Kolay değil Istanbul'da yoruluyor. Bazen sis kaplıyor yüzünü, kaderini sise sarıyor. Sonra bir yağmur, sanki sehir ağlıyor..

Sukût! ediyor Istanbul
Şükür! ediyor Istanbul

Istanbul da yorgun ben gibi bu ara bir yağmur bekliyor..



9 Ocak 2015 Cuma

Selam olsun geride kalanlara

Gelin beyler , gelin bayanlar
Alın şu şiirleri , şu eski lugatları
Şu suskunlukları , dalgınlıkları
Alın ben gideyim , gideyim umutla siz kalın.

Şiir yazmakla
Lugat eskitmekle
Sükut etmekle
Uzun dalgınlıklarla olmuyor.
Hüzünlü kalbe şifa ne
Gideyim , gidelim kalbim en iyisi.

Hiç büyümeden
Çocuk gözyaşlarımı
İç çekmelerimi
Kanayan dizlerimi alıp gidelim.

Gidelim yarım kalan çayımızı yudumladıktan sonra.
Kalmak için bahane de kalmadı buralarda.
Kimse bakmaz zaten gönül kırıklarımıza
Kimse de sevmesin beni bir şiir yazdım diye kırtaslara.

Gidelim..
Gidelim...
Bu kalp kırıkları yeter gönlüm sana.
Kalp kırmadan , şehir uyanmadan çıkalım yola.

Gözyaşlarından kurduğumuz deryalarda
Tutunarak kırılan gönül parçalarımıza gidelim.
Gidelim bir şiiri yarım bırakıp en güzel anında.
Bir anının tam hatırlandığı sırada

Sessizce gidelim
Kimseye sezdirmeden
Dur ! Ey gözlerim sakın ağlama
Ses çıkarma sessiz gidelim..

Kimse görmeden
Kimseye görünmeden
Kimseyi görmeden
Böyle gitmezsek kalmamızı ısrar ederler sonra.

Telefonumuzu kıralım
Karşı çıkalım kitle imha silahlarına
Bir kaç duygu koyarak bohçamıza
Gidelim... Gidelim..

Selam olsun geride kalanlara
Selam olsun göçmen kuşlarına
Selamımızı alan olmasada
Selam yalnızlığımıza ,ayrılığımıza, yollara

Gidelim dedim
Ey ruhum bedenimin gir koluna.
Bu kırgınlık , bu gözyaşı yeter bana
Gidelim ne olur , gözlerim geriye bakma.

Şu hüznümün taşıdığı
Şu kalbimin sakladığı
Şu ayrılıkların aşktan anladığı mana
Nedir bilelim.. Bilelim..

Daha iyi bir dünya bulamayız savaşlar son bulsada.
Şu gönül kırıkları , şu hüzün kuytuları , şu ayrılıklar oldukça.
Bir dua giderken yolculun duası makbul olur umuduyla
Ki tek umut bu yakamızda ; Rabbim nasip et cenneti meva.

Rabbim şu yalnızlıklarıma
Ayrılıklıklar yapışırken yakama
Vuslatı kıl payı kaçırmış olmanın acısının bıraktığıyla
Şifa olsun sitre-i münteha ,

Gönül kırıklarım gölgelen
sin tuba dalları altında
Yalvarıyorum Rabbim ; Adem'den kalan gözyaşlarıyla
Muhammed Mustafa aşkına..
Ben beni bırakıp geleyim sana.


| Ersin Boztepe

Berceste Mısralar

-Kaç bin cilt kitap barındırır insanın içi.
Aşığım zanneder , gönlümdeki aşkı okumaya çalışır bir gönlü ümmi. 



-Ey kalbim bir kıssa anlatta hissemize ne düştüğünü bilelim.


-Bazen gitme diyemeyiz de ;
otur bir bardak daha çay iç deriz.
Bazen sevdiğimizi söyleyemeyiz de;
anlatır her şeyi gözlerimiz.


-Rabbim bana öyle bir eş nasip et ki ; O' nun müslümanlığının mükemmelliğine bakıp kendi müslümanlığıma çeki düzen vereyim. 
Rabbim beni öyle bir eş et ki ; Eşim müslümanlığımın güzelliğine bakarak düzeltsin kendini.


-Kendimden geriye ne kalır senden başka.
Hadi çay doldur , içelim, muhabbet rotası aşka.


| Ersin Boztepe

Aşkın Konuşması

'' Aşk bizi konuşmadan
Biz aşkı ne kadar konuşsak boştur azizim.
Aşk bizi nasıl konuşur diye sorarsan
Gel sevelim önce ,sonra sükut edelim 

Ya da dua azizim
En güzel kelamdır o
Her namazın ardından ettiğim dua ;
Kalbimizi aşka ,aşkı kalbimize ısındır Rabbim


| Ersin Boztepe    /  23 Ağustos 2012

3 Ocak 2015 Cumartesi

VEFA/SIZLAR

     ''Babası oğluna bir bağ bağışlamış oğlu babasının imzasını satmış.''
     Kitapevi gezmeyi çok severim bu sebeple günlerimin azımsanamayacak bir bölümü Cağaloğlu Yokuşu'nda geçer. Hem güzeli, hem ucuzu ve hemen hepsi elimin altında duruverir de bekler sanki sırasını. Fakat kitapevi veya devasa kitap-kırtasiyelerden daha çok sevdiğim bir yer var ki adına ''sahaf'' demiş eskiler!.. Sahaflarda kitaplar kendi hikayeleriyle bekler okuyucusunu; evet alıcısını değil okuyucusunu bekler.
     Hani derler ya 'her şeyin yenisi, dostun eskisi' diye haddimi aşarak eklemek istiyorum ki kitabın da eskisi. Eski basımın sarı sayfaları, mürekkepleri maziye yol almaya koyulmuş... Bir de her okuyucunun içinde bıraktığı hissiyat...
     Yaşadığım yerin hediyesi meşhur Sahaflar Çarşısı'na 5 dakika mesafedeyim. Yine şehrin farklı noktalarında ziyaret ettiğim kitaplar, yazarlar, eskiler hakkında hasbihal ettiğim sahaflar da mevcut. İşte bütün bunlar da kanımca bir şükür sebebi. Çok şükür...
     Peki neden bunları yazdığım?.
     Fakülteye giden en güzel yol Kitapçı Ahmet'in önünden gidilen yoldur tezimde ısrarcıyım. Her zamanki gibi önünden geçerken bir yol üstü ziyareti gerçekleştirdim Kitapçı Ahmet Amca'ya. 3-5 kalemden konuştuk, biraz nasihat derken epeyden aradığım birkaç kitabı da bulunca içimi bir çocuk gülüşü kapladı ki...
     Ahmed Yüksel Özemre'ye olan hayranlığım az buçuk da olsa beni tanıyan çevremde bilinir. Kuşkusuz bunda Üsküdar'a olan sevgim yanında evvelki Üsküdar'ı; ustaca, içten, samimi yazmasının payı var. Belki de o sevdirmiştir bana bir mucize şehrin, mucize beldesini.
''Üsküdar'da Bir Attar Dükkanı'' karşıma çıktı Ahmet Amca'nın üstü tozlu raflarında. Hemen aldım tabi.
     Kitabın ilk sayfalarını açmamla içim cız etti inanın. Babasının oğluna en içten dilekleriyle imzaladığı bu kitap sahaf raflarında yeni sahibini bekliyor.
     Belki kurgu, belki his adını siz koyun. Babasının Üsküdar'ı anlasın İstanbul'un bu masum kalan yüzünü okusun; feyz alsın diye oğluna armağan ettiği bu kitap oğlu tarafından terk edilmiş. Eskinin, iyinin kıymetini bilsin, değerini anlasın diye alınan kitap eskinin kadrinin en çok bilindiği yerde; belki de birkaç sigara parasına...
     Adını koyamadım, haddinden fazla büyütmüş olduğumu da düşünebilirsiniz. Lakin yok hayır büyütmüyorum. Bildiğim yalnızca şu ki bu manzara beni çok üzdü. Evvelin kıymetini bilmiyoruz ki ahirden umudumuz olsun.
     Hülasa.. Babasının Hamza'ya imzaladığı kitap bende. Kadrini bilenlerden olabilmek duasıyla..

1 Ocak 2015 Perşembe

‘Sa-be-ra’


Şu günlerde en çok  ‘sabret’ kelimesini duyar oldum. Sabret,sabret ki selamete eresin. Peki neye karşı sabretmeliydi insan,ne en çok sabretmeye değerdi.

‘Sa-be-ra’ kökünden mastar olan sabır kelimesi aslen arapça bir kelimedir. Ve sözlük anlamı olarak ‘bir şey için acele ve telaş etmeyip beklemek,sükunet,huzur,dinginlik göstermek,itidali muhafaza etmek,kızgın davranışlara girmemek,dili şikayetten uzuvları yanlış hareketlerden korumak,sızlanmamak,yakınmamak’ anlamlarına gelmektedir.

Hayat öyle bir ‘yaşamak’ isteğidir ki, bir dakika sonra başına ne geleceğini bilemesende,herşeye rağmen devam edebilecek cesarete sahip olma sorumluluğudur. Peki, biraz önce bahsettiğimiz sabretme durumu, sorumlu bir şekilde yaşanan hayatlarımızın neresindedir?

Trafikte arabalar ışığa riayet etmez hemen bir küfür savururuz,işyerine gideriz her gün aynı şeyleri yapıyoruz diye ekmek yediğimiz kapıya laf ederiz, okulda işler yolunda gitmez ‘hay ben bu öğrencilik hayatının …’ diye lafa başlar hocanın arkasından gıybet ederiz, sevdiğiniz bir insanla fikir ayrılığına düşer ‘zaten sen hep böyleydin ..’ gibisinden cümleler söyleyerek kalbini kırma teşebbüslerinde bulunuruz ,akşam eve gelirken yine bir trafik olur ona da laf ederiz,eve gideriz yemek henüz hazırlanmamıştır ‘sabah beri evde ne işin vardı da yemeği hazırlamadın bu saate’ diye söyleniriz,bla bla bla…

Yukarı da zikrettiğim örnekler gösteriyor ki, biz günlük yaşantımızda küçücük şeylere bile tahammül edemiyoruz ki, durupta bunlara sabredebilelim. Sabretmenin sadece büyük bir kayıp ya da acı yaşanıldığında gösterilen vakarlılık durumu olmadığını, aksine yaşadığımız her 24 saat içinde karşılaştığımız zorluklara,istenmeyen durumlara karşı göstermekle yükümlü olduğumuz bir eylem olduğunu idrak etmeliyiz.

Yaşadığımız şu ufacık zaman diliminde genelde birbirlerimize karşı ne kadar saygısız, ne kadar kaba, ne kadar tahammülsüz olduğumuzdan yakınıyoruz. Kısacık 24 saatlerimiz içinde hep bir acelemiz var,hep bir yerlere yetişmeye çalışıyoruz,hep bir rekabet ortamındayız,hep bir şeyler olmaya çalışıyoruz. Ama bu acelece yaşadığımız hayatlar içerisinde ‘insan gibi yaşamayı’ unutuyoruz. Sabırsızlığı bir düstur haline getirdiğimiz hızlandırılmış hayatlarımız bizleri öfkeli ve kanaatsiz mekanikler haline dönüştürmeye çoktan başladı bile.

Sabır, öyle bir isimdir ki, en güzel isimlerin sahibi Allah’ın doksan dokuz isminden biridir.  O, çok sabredendir ve kullarının aşırılıklarını hemen cezalandırmayıp sabreder,onlara bu hallerini düzeltmek için mühlet verir ve aceleci davranmaz. Peki, biz insanlar yani Allah’ın kulu olan, Allah’ın yeryüzündeki halifesi olan bizlerde ki bu gidiş nereyedir?

Sabretmek demek, Allah’ a tevekkel olmak demek,

Sabretmek demek,kazaya ve kadere iman etmek demek,

Sabretmek demek,nefsin arzularına karşı koyabilmek demek,

Sabretmek demek,şükredenlerden olmak demek,

Sabretmek demek,imanın diğer yarısı demek. O halde;

‘Hiç sabredenlerle,sabretmeyenler bir olur mu?’

                                                                                                K.Erdemli