21 Kasım 2015 Cumartesi

ADIM

Kirpikleri bir deli misali
Bir iniyor bir çıkıyor gibi.
Gözlerinde şehrin tüm pususu,
Alnında bir kaç kırışık, oldukça düşünceli.

Sanki taze bir ekmeğin suya düşüşü gibi
Bir dominonun tüm taşları devirişi gibi…
Zihnindeki tek bir adım,
Düşmeye yetecek  tüm çabalardan alaşağı.
Çekiyor aşağı tüm vazgeçilmişlikler,
Çekiyor kendine tüm beklenmişlikler.
Sanki bir adım ötesi yeniden ölmek gibi.

Bir kundakta sarıp sarmalamış sabrını.
Gözleri kundakta, merhametli bakışları.
Yıllar sabrını büyütmüş ki, titriyor kolları
Düştü düşecek yitirecek yeniden umudunu.

Akıl adil bir yönetici olamadıysa,
İsyan bayrağını kaldıracaktır kalp.
Tereddüde rağmen yürek bir adım daha attıracaktır bu karmaşada,
Ve bitecektir bir hikaye böylece…
 Hiç kuşkusuz ki, yeni bir başlangıcı olmayacaktır.
Kendi kuyruğunu kovalayan bir fil gibi,
Gürültülü ve bir o kadar da tuhaf gözükecektir tükenişi.
Rast makamında kaldırılacaktır cenazesi,
Susacaktır diriler ölü gibi, konuşacaktır ölüler diri gibi.

Zeynep Büşra Yavuz

31 Temmuz 2015 Cuma

Eski Bayramlar

Nerede o eski bayramlar derdik dimi ?
Onu bile diyemez olduk işte.
Nerede arefe , bayram neşesi.
Bayram geçemiyor mu artık isimden öteye.


Rabbim ; Kalbime bir bayram sevinci
...Kurban edelim kanı aksın hüznümüzün.
Taşımayalım ; ayrılık , yalnızlık endişesi.
Bir sevgi , bir aşk lütfet ömür boyu sürsün. ''
Ersin Boztepe

5 Temmuz 2015 Pazar

Adalet Hanıma Ne Oldu?


  “Bir yerde adalet yıkılırsa, orada nizam da bozulur, ahlak da.”

  Severdik Adalet Hanımı, güçlü kadındı. Yanınızdan geçti mi heybetinden kendinize bir çeki düzen vermeye çalışırdınız. Elinde kılıcıyla cesur hatundu vesselam, haksızlığa da hiç gelemezdi, gördüğü yerde indirirdi hükmünü hatun kişi. Üstelik birde gözleri pek görmezdi. Ama dediğine göre; sürekli elinden ayırmadığı terazisi, gözlerinin vazifesini hakkıyla yapmaktaydı. Derdi ki, doğru ile yanlışı ölçmeye şu terazim yettikçe, gözlerimin yokluğunu hissetmem bile. Hakikaten de öyleydi. Senden benden iyi görürdü o gerçeği.
  Kendisinden pek emin biriydi. İnsan her daim kendini bilmeli, değer vermeli derdi. Kendisine karşı çevresinin duyduğu değer ise bunu kat ve kat geçerdi. Misal biz ne zaman bir uyuşmazlık yaşasak adalet hanımı muhakkak çağırırdık. Hakkaniyetli insan ne de olsa, bizden daha iyi bilir hakkı, hukuku. Uzun lafın kısası güvenimiz de, saygımızda oldukça fazlaydı Adalet Hanıma bir zamanlar.
  Geçmiş zaman kipini kullandığımı fark edenler olmuştur elbet. Çünkü artık hiçbir şey eskisi gibi değil. Malesef insanın şimdiki zamana ait tüm kipleri dil bilgisi kurallarından çıkarası geliyor, vaziyeti hatırlayınca.
  Adalet hanım yerine bir dublör bırakıp gitti buralardan. Yorulmuş, pes etmiş diyenler oldu, adamın birine aşık olmuş ona kaçmış diyenler, kimisi de Adalet hanımın öldüğüne dair haberler duyurdu. Dediklerine göre bunlar hep Amerika’nın oyunuymuş. Gâvur Amerika Adalet hanımcığımın ehemmiyetini bildiğinden onu öldürüp, hain planlarını faaliyete geçirmek için bir ajan yerleştirmiş memlekete.  Bizimkiler işte, sürekli bir şeyler diyorlar  lüzumlu, lüzumsuz. Gelgelelim kimse dönüp de kendisine bakmıyor. Adalet hanım bizim yüzümüzden mi gitti demiyor, gavura şuçu üstlendirmek kolay olsa gerek, aynaya bakmak yaş eskitiyor.
  Afedersiniz bazı kendini bilmez densizlere hiç değinmeyeceğim. Yok efenim adalet hanım, ahlaksız kadınlardan olmuş, cinsel tercihlerini değiştirmiş de taksimde yürüyüp duruyormuş. Tövbe estağfurullah, densizlere bak sen! Adalete hanımcığıma biçtikleri role bak! Bunları hafızamdan silmeye çalışıyorum açıkcası efendim, belki bir gün varlık aleminden de silinirler diye heyecanla beklediğimden, bu densizlerin konusunu burada kapatıyor, asıl konuya dönüyorum.
  Ben açıkçası adalet hanımın yorulduğundan, pes ettiğinden yana oyumu kullanıyorum tüm bu söylentiler arasından. Kadıncağızı bir rahat bırakan olmadı çünkü. Her gelen ona sahip olmak istedi.  Rahatsız edeni çoktu anlayacağınız. Onu şekillendirmek isteyenler, itibarını sömürmek isteyenler, daha neler neler. Kimisi boy ölçüştü, gücünü onun üzerinde ispatlamaya çalıştı. Kimi kendi hatalarını ona yükledi, kendi işin içinden sıvıştı. Kimisi ise hiç mi hiç dinlemedi onu.  Bir Allah’ın kulu da narindir, hanım kişidir, incitmeyelim kırmayalım demedi. İnsan dediğin bir dayanır iki dayanır bu Çin işkencesine. Haliyle Adalet Hanım da dayanamadı, bu nankörlerle daha fazla baş edemedi terk i diyar etti bizim memleketi. Başta kimse anlayamadı, ışık görmüş tavşan gibi kalakaldı herkes. Hissedemedik neler olup biteceğini ama sonra nasıl ki araba farıyla donup kalan tavsanı ezer geçer bir otomobil, bizi de ezdi geçti olup bitenler.       Merakınızı giderelim madem:
  Adalet Hanım bizi terk ettikten sonra ne mi oldu? Açıkçası olmayanları saysak daha azdı, çünkü resmen tepetaklak döndük, değişmeyen ne kaldı ki? Başlarda bir telaştır aldı herkesi. Adalet hanımın tahtını dolduracak bir cengaver aranmaya başlandı. Kimisi Özgüre sardı, onu ön plana çıkaralım dediler. Özgür saf çocuktu, sömürüp sömürüp kendi istedikleri kıvama getirdiler. Özgür artık çok da özgür sayılmaz açıkçası. Kimisi de Zümra’nın peşine düştü. Ahlaklı cesur bir kızdır adalet hanımın yerini doldurur dediler. Aslında başta iyi bir fikir gibiydi ama Zümra narin kız, bunca zorlamaya, baskıya dayanamadı, toplumla birlikte o da mahalle baskısı mağduru artık ve  yok oldu gitti. Sıra İffete geldi, onu da taksimde yürüttüler işte malum. Hala kendisine ulaşılamıyor. Kim bilir hangi kuytuya atıldı cesedi.      Anlayacagınız, ahlak zedelendi, özgürlük zıvanadan çıktı, iffete ulaşılamıyor. Bozguncu, yecüc- mecüc ifadesine layık bir zihniyet vukuu buldu. Ellerini attıkları değeri yok ettiler, bizleri de sefil ettiler. Zihniyetler savaştı, değerlerimizin cesetleri yerlerde sürünüyor. Adalet Hanım gittiğinden beri olanlar bunlar efendim, zihinlerimiz kara bir balcıkla sıvanmış gibi, kurtuluş için ölümü beklemekte.
  Şimdi Adalet Hanım kim bilir hangi iklimi nerede yaşamaktadır bilinmez. Ama varlığını milletçe özledik sanıyorum. Gittiği günden beri her gün tükenmekte bir bir değerlerimiz, leş kargaları; kibir, hırs, açgözlülük sardı etrafımızı. Artık yoğun bir yoksullukla tükeniyoruz. Tükettikçe tükeniyoruz vesselam...

                                          Zeynep Büşra Yavuz

18 Nisan 2015 Cumartesi

PERİ MASALI TADINDA

Zor zamanlarda kısa gezintiler yapmayı önermeli psikologlar antidepresan haplardan önce. Ve bir hikaye yazmasını..

Evet hikaye!.

Doğada görünen her nesnenin bir hikayesi var aslında. Mesele bakmayı bilmekte, bakabilmekte..

Bir ağacın dikiliş hikayesi var; bir okula verilmiş bir ismin, bazı yerlerde içilen çayın dahi bir hikayesi var; tıpkı insanlar gibi, dostluklar ya da....

Anlar ve anılar...

Anlara anlam katan anılar... Kimi peri masalından hallice,  kimi Kulkedisi'ndeki balkabağı..

Habercilikte 5N1K kuralı derler anlatmaya çalıştığıma; ne,nerede,ne zaman,neden, nasıl ve kim-inle??

Zaman aynı mekanlar az çok bir. Baş roller ve hikayeler yanlız farklı olan..

Örnekle!..

Ankaralılar iyi bilir; Sakarya vardır Ankara'da; Sakarya. Yol ortasında.. Kimine gore curcuna, kimi icin dershaneyi
ilk asış, kimine göre kavuşmaların mekanı, bazısına göre veda edilemeyen elvedaların...

Şimdi okurken diyeceksiniz sence Sakarya ne; hem sende ki Sakarya'dan kime, bize ne? Dogru soru ama eksik: Sizce Sakarya ne?

Ya da yaşadığınız sehirde Sakarya'nız nere?

Çiçekçinin önünden geçerken insan hüzünlenir de..

Peki ya senin hikayen ne? Anlarına anlam katan anıların kaynağı?.

Kimseden mükemmel kelimeler seçmesini beklemeden "yazın" dese psikologlar; kendi hikayenizi yazın. Minik bir defter, bir siyah kalem, biraz da sözcük yazsa reçetelere; sadece zihinde satılan. Ve çocukların erişebileceği yerde saklanan.

Hayal etmek bile güzeldi ya neyse...

Dünya güzelliklerle dolu, marifet arayıp bulmakta.. Umutta, inançta, inatla aramayı bilmekte.

'Günübirlik gezinmek ilaç' dese doktorlar, hem içinde ve hem dışında günübirlik gezinmek deseler..

Ahh! Ama nerede?

Umut en son terk olunan şeydir der yazar; hayat varsa umut var olmalıdır.. Yoksa ne kalır geriye?. Hiç.

O halde çekip çıkarmak gerek anıları, yoksa sonu billahi hezimet.

Bir öneri; seni bul, zamanı bul, yeri keşfet ve dinle. Olmasa da peri masalın, sen inşaa et zihninde..

Kim bilir senin şehrinde senin hikayen ne?

Eminönü'nde Yeni Camii önünde dinlerken Makam-ı Nihavend'den ezanı..
Belki de düşünme vakti geldi coktan bizlere.

3 Nisan 2015 Cuma

Père Lachaise'de Bir Kayıp Mezar: Ahmet Kaya

Okumayı sevdiğim kadar yazmayı, belki ikisinden çok paylaşmayı severim. İki kardeşle büyümenin en şahane yanlarından biriydi benim için paylaşmayı öğrenmek. Şahane şekillerde öğrendim ben paylaşmanın ne olduğunu, nasıl bir duygu olduğunu kardeşlerimle. Akşam oturma odasında televizyon karşısında sere serpe otururken maaile, biri kalkarsa şayet ayağa, giderse mutfağa, bir şey isteyip istemediğini içerdekilere sormayı o çocukluk akşamlarından öğrenirsin misal, veya sormadan getirmeyi ne aldıysan kendine birer tane de kardeşlerine. Ne gelirse eve, o anda yanında olsun olmasın, muhakkak üçe bölünür, eksik olanın payı saklanır. Güle oynaya, seve isteye kardeş payı edilir. Bu yüzdendir misal ''Bu da Feyza'mızın'' dediğinde Metin-Ali Özdemir, gözlerim dolar. (bknz. Kardeş Payı 1. bölüm sonu)

Velhasıl bütün bu sosyal medya iletileri, dondurmakutusu çabaları, aman onu da koyayım, şunu da anlatayım derdi, paylaşmaya duyduğum sevgiden gelir ve fakat bazen öyle çok uçuşur ki kelimeler kafamın üstündeki baloncuklarda, bir türlü bir araya gelip de anlamlı cümleler oluşturamazlar zira çok tazedir, dumanı üstündedir, hazır hale gelmemiştir o paylaşım anına. Demlenmesi, durulması gerekir kelimelerimin ki, orada bir yerlere küçük de olsa dokunabilsin cümlelerim. İşte aynı şekilde aylar öncesinde yoğun duygularla ziyaret ettiğim kabri Ahmet Kaya'nın dökülemedi cümlelere bir türlü.. Bugüne dek.

Buz gibi Paris sokakları, kokmuş metro istasyonları ve uykusuz gözlerle arşınladık yolları o sabah en sevgili dostlarımdan biriyle. Fransızlar ''Cimetière du Père-Lachaise'' demişler, biz ''Ahmet Kaya'nın olduğu mezarlık'' diyoruz kendi aramızda. Paris'in en büyük kabristanı, Balzac'tan Oscar Wilde'a, Maria Callas'tan Chopin'e pek çok ünlü isim burada. Bir de Yılmaz Güney ve Ahmet Kaya var ve fakat bu koca kabristanda aradığımızı bulabilmek için buluşturduğumuz haritada Ahmet Kaya'nın yeri yok! Bulabilmek bütün bir günümüzü alabilir, Vikipedi'ye göre 44 hektar, koca bir alan! Sıkışık mezarlar, tek tek okusan günü bırak ömrün yetmez. Umutsuzluğa kapılıyoruz. Yüzüm düşüyor, ayaklarımın ağrısını daha çok hisseder oluyorum. Hava buz, burnumuz donmuş. Bir yere çöküyorum en sonunda, yılgın, ümitsiz, biraz da öfkeli oturduğum yerden inceliyorum etrafı. Hava bulutlu, mezarlıkta oluşumuzun hakkını veriyor. Ve fakat benim güzel dostum yılmıyor, elinde harita, örümcek hisleri devrede devam ediyor taramaya. Ben de o sırada göğe bakmaktan vazgeçip telefonuma dönüyor, internetten bir yer bilgisi bulabilir miyim diye aranıyorum. Bulamıyorum bir şey. Birazdan adımı işitiyorum az ilerden! Örümcek hisler işe yaramış, çok değil, benim çöktüğüm yerin birkaç adım ötesinde bulmuş kabri benim güzel dostum.

Ahmet Kaya hakkında kitaplar devirmedim. Literatürler tarayıp hakkında dönen her muhabbetin altını üstüne getirmedim. Ailesini, gelmişini geçmişini deşmedim. Oturup saatlerce çene yarıştıramam yani hakkında, bilirim haddimi. Ama kendini ''ülkücü'' diye tanımlayanların, ''ülkücü'' diye tanımlanan müzisyenlerin kasetlerinin üstüne Ahmet Kaya şarkıları çekip gizli gizli dinlediği insanlar tanıdım misal. Ve Ahmet Kaya dinlediğim için benle tartışmaya girmeye çalışan, ''ama o da bık bık'' diye bitmek bilmeyen nefretlerini üstüme kusmaya, beni ''doğru yola'' getirmeye çalışan pek doğru (!) insanlarla muhatap olmak zorunda kaldım. Anlatamadım onlara bir Ahmet Kaya şarkısının kalbimi nasıl doldurduğunu, kimselerin dokunamadıklarına tek başına nasıl dokunduğunu.. Tek başına bir şarkının devleşip beni nasıl anladığını anlatamadım. Anlatamazsınız. Anlamazlar. Melankoliklikle, acıyı sevmekle, kırolukla, daha da fenası vatan hainliğiyle suçlarlar.

Heyecanla vardım mezarı başına. Henüz kurumamış çiçekleri gördüm. Mezarı üstüne yazılanları, kazınanları gördüm.. İçimin yangını iki damla oldu süzüldü. Çok geçmedi, kalabalıklaştı mezarın başı. Bir anda 8-10 kişi oluverdik nasıl olduğunu anlamadan ben. Fotoğraf çekenler, bir sigara yakanlar, Fatihalar okuyanlar ama ne olursa olsun mezarın başından ayrılamayanlar. Ne kadar kaldık öyle bilmiyorum. Ayrılası gelmedi kimsenin. Sigaralar bitti, ikinciler yakıldı. Sohbetler koyulaştı. Hüzünler karıştı. Şarkıların yerini bir mezar taşı aldı, tuttu birbirini tanımayan insanları tanış etti. Ne Kürt kaldı ne Türk, ne Paris kaldı ne İstanbul.

Père Lachaise, Paris'te şehirden uzakta ve fakat metro hatlarından biriyle kolaylıkla ulaşabileceğiniz bir yerde. İster misiniz, yolunuz düşer mi bilmem, ama Ahmet Kaya orada bir yerde, muhtemeldir hüzünle yatıyor. Ben şanslıydım, beni ben kadar, belki benden daha fazla düşünen bir dostum vardı yanımda ve gördüm dünya gözüyle. Sonradan öğrendim, herkes benim kadar şanslı değilmiş, görmek isteyip eli bağrında dönen çok olmuş. O pek kullanışlı haritalarda yok zira daha önce de belirttiğim üzere, kendi imkanlarınızla bulmak zorundasınız mezarın yerini.

Sazı vermeden kendisine, son olarak naçizane; yargılamadan tek bir kez sükunetle dinlemeyi deneyin Ahmet Kaya'yı. Hissetmeye çalışarak, merak ederek. Dokunamadıysa sizde bir yere, dinlemeyin zaten daha da. Ama ne olursa olsun dokunmayın dinleyene, tükürmeyin nefretinizi pervasızca, o kadar vicdansız, o kadar hadsiz olmayın.

Sevgiyle..


Merve Ayvaz








VEFA

Vefa, kahırla hatırlayış değil bu yazacağım.
Her dem , beni ikaz edişine bil ki muhtacım.
Bir sır aşk ne adın var ne sanın.
Bendenizim , aşk deryasında muhabbetinin oltasına takılmış bir balığım.

Yağmurum belki , yağmak için bekleyen rahmet menbağıyım
Şemsiyeyi sevmezsin sen, bilirim ki sana düşecek damlayım.
Belki bir tebessüm olarak kalacak yadın da yadım.
Ben beni bırakıp geleyim sen seni bırakıp gel cemalullaha kavuşalım.

Ki sen benim elest bezmindeki durağım.
Canıma merhaba sundu ezelde çeşmi yar , gayrının selamını bilmez selamım.
Aşıklar er ya da geç maşukuna erermiş.
Bilmem aşıklığımı maşuk, maşukluğumu aşık yanım.

El de var dua , duam olmasa neye yararım..

| Ersin Boztepe 

23 Mart 2015 Pazartesi

Hiç Beklenmedik -2-

Kahvaltıyı hazırlamaya başlamalı,birazdan dedem başlanır söylenmeye ‘Daha hazır değil mi?’ diye. ‘Rasim,kümesten 4 yumurta kap gel de sana çılbır yapayım, ne dersin.’ Rasim’in en sevdiği yemektir çılbır,sarımsağını da bol koyduk mu,mis gibi olur. ‘Tabi beni göndermek için çılbır yapayım diyosun de mi?’, ‘Ne cin çocuksun be Rasim,hadi hadi söylenmede yumurtaları al da gel!’ . Demiştim size cin gibidir bizim Rasim,ama ablasını üzmez,o da bilir bu dünya da birbirimizden başka kimsemiz olmadığını. Aman bazlamalari unutmayalim sobada,sonra da  kızım sen aşık mısın,aklın nerde senin naralarını duymayalım sabah sabah. Ninemde girdi kapıdan,elinde bir kap süt.
-Kızım hele al şunu da ocağa koy,öğle vakti içersiniz.
-Tamam nene.Sofrayı kurucam birazdan üstünü başını değiştir de gel soğumasın bazlamalar.
Dedem çoktan yerini almış odada,kanepenin sağ köşesi televizyonun tam karşısı,sabah haberlerini izliyor.
-Hayırlı sabahlar dede,nasılsın bu sabah ?
-iyiyim be kızım,gece uyutmadı yine bacaklarımın ağrısı dön Allah dön,bir o yana bir bu yana.
-Kahvaltıyı yapalım da ben biraz merhemle ovayım bacaklarını iyi gelir.
Dudağının kenarında küçük bir gülümsemeyle ve ihtiyar ses tonuyla ‘Zahmet olmasın kızım’ dedi. Bilmem mi ben dedemi,hoşuna gitti gitmesine de serde erkeklik var, birazcıkta nazlanmayı sever.
-Olur mu öyle şey dede,yapıveririm ben hele kurayım de şu sofrayı.  Birden kapıdan gelen gümbürtüyle irkildim,sanki alacaklı çalıyor kapıyı.Kim olacak tabi ki Rasim gelmiştir. ‘Geldim geldim.’ Kapıyı açtım ki,Rasim’in üstü başı toz,Allah’ım neden böyle bu çocuk.
-Rasim bu ne hal,ben seni kümese gönderdim sanıyordum.
-Abla demedin mi sen 4 yumurta al gel diye,inatçı tavuk kalkmadı yerinden bende çomakla dürtükleyince o da üstüme atıldı,4 yumurta alıcam diye gözümü çıkaracaktı alçak tavuk.
-Ah be Rasim,geç içeride üstünü başını temizle hadi. Sonunda herkesi sofra başına toplayabildim,çılbırlarda hazır. Hadi buyrun.
 Bismillahirrahmanirrahim.
…..
Sofradan kalktıktan sonra herkes kendi işinde. Dedem atölyesinde,köyün tek marangozu. Köydeki çoğu evin kapısı,penceresi,dolabı,masası dedemin işleridir,hatta tabutlar bile,civar köylerden de gelirler dedeme.Namı bile var ‘Tahta Necdet’. Sağolsunlar.
Ninem bahçeye inmiştir,yabani otları ayıklayıp sulamak için mahsülleri. Küçük bir orağı var sapının kırmızı rengi silindi silenecek,eski ama iş görenlerden. Yeni ektik daha bahçeyi birkaç domates fidesi biraz da soğan.